Biriciklikten Sıradanlığa

Biriciklik; kişinin kendisini eşsiz, tekrarı olmayan ve vazgeçilmez hissettiği andır. Aşk, dostluk, yaratıcı bir an veya derin bir karşılaşma, insana bu duyguyu yaşatır. “Ben onun gözünde tekim, yerim doldurulamaz” düşüncesi, varoluşun özünde taşıdığı tekillik hissinin bir yansımasıdır.

Ne var ki bu duygu kırılgandır. Sevilen başkasına yöneldiğinde, biricikliğin yerini sıradanlık alır. İnsan kendini artık eşsiz değil, herhangi biri gibi hisseder. Vazgeçilebilir, yerine konulabilir ve görünmez olduğunu düşünür. Bu, yalnızca duygusal bir hayal kırıklığı değil, aynı zamanda varoluşsal bir sarsıntıdır. Biricik olma duygusu yıkıldığında, kişi kendi öz değerini de kaybettiğini sanır.

Felsefi açıdan bu deneyim, Kierkegaard’ın sözünü ettiği tekil bireyin unutulması, Heidegger’in ifadesiyle kalabalığın anonimliği içinde erimedir. Psikolojik açıdan ise bağlanma yaralanmaları ve narsistik kırılmalarla ilgilidir. Çocuklukta kazanılan ya da kaybedilen “ben değerliyim” inancı, yetişkinlikte aşk yoluyla yeniden sınanır. Sevilenin başkasına yönelmesi, eski yaraları canlandırır ve kişi kendini yeniden yetersiz, sıradan ve değersiz hisseder.

Ancak bu düşüş, aynı zamanda bir davettir. Başkasının bakışında kazanılan biriciklik geçicidir. Oysa gerçek biriciklik, başkasının onayına bağlı olmayan, kendi varoluşunun sahici biçimde üstlenilmesidir. İnsan, kendi yaşamına anlam verdiğinde, kendi tekilliğini yeniden hatırladığında sıradanlığın içinde bile biricikliğini koruyabilir.

Biriciklik kaybolmaz; yalnızca başkasının bakışına bağlandığında kırılır. Ve belki de hayatın en önemli dersi budur: Kendi biricikliğini başkasının gözlerinde değil, kendi varoluşunun derinliğinde bulmak.