
Zihin, doğası gereği hareketlidir. Ya geçmişin anılarına takılır ya da gelecekteki ihtimaller arasında savrulur. Bu yüzden “an’da kalmak”, yalnızca bir bilinç pratiği değil; aynı zamanda zihnin doğal eğilimlerine karşı bir duruş biçimidir. Modern psikoloji, özellikle de mindfulness (bilinçli farkındalık) yaklaşımları, an’da kalmanın psikolojik sağlığa olan olumlu katkılarını yıllardır ortaya koyuyor. Ancak bu beceri, her an uygulanabilir bir huzur hali değil, çoğu zaman duygusal cesaret gerektiren bir yüzleşme alanıdır. Çünkü anın içinde aynı zamanda gerçeklik vardır. Ve gerçekliği, olduğu haliyle görmek ve kabul etmek her zaman kolay değildir.
An’da kalmak, zihinsel savrulmaları fark etmeyi ve dikkati “şimdi”ye döndürmeyi içerir. Bu, sadece düşünsel bir farkındalık değil; aynı zamanda bedensel ve duygusal bir yere iniştir. Düşünceler geçmişe ya da geleceğe kaydığında, bedenin verdiği sinyallere yönelmek farkındalığı şimdiye getirmenin en somut yollarından biridir. An’da kalma egzersizleri zihni bedene ve ana döndürür. “Şu an bedenimde ne oluyor?” gibi basit bir soru, içsel temasın ilk adımı olabilir. Omuzlarda bir ağırlık, midede bir gerilim, ya da içsel bir yumuşama fark edilebilir. Bedenin söylediklerine kulak verildiğinde zihin yavaşlar; duygu, düşünce ve fiziksel deneyim bir araya gelir.
Psikodinamik yaklaşımlar, duygusal kaçınmayı içsel çatışmalarla başa çıkma biçimi olarak tanımlar. Bilişsel kuramlar ise an’da kalmayı, zihinsel farkındalıkla duygusal regülasyon arasında bir köprü olarak görür. Özellikle travma teorileri, kişinin “şimdi”yi güvenli hissetmemesi durumunda, an’da kalmanın tetikleyici olabileceğini vurgular. Bu noktada önemli olan, her bireyin zihinsel ve bedensel kaynaklarına göre “şimdi” ile temas kurma biçiminin farklılık gösterebileceğidir.
Psikolojide “ego gücü” olarak tanımlanan kavram, bireyin zorlayıcı duyguları gözlemleyebilme ve düzenleyebilme kapasitesini ifade eder. Bu güç doğuştan gelmez; hayat boyunca şekillenir, gelişir ve dalgalanır. Yoğun stres, uykusuzluk, ilişki çatışmaları gibi gündelik etkenler bile bu kapasiteyi geçici olarak zayıflatabilir. Bu nedenle, herkesin her zaman anda kalabilmesi beklenemez.
An’da kalmak, kalabilmeye hazır olup olmadığını fark etmekle başlar. Zihnin nereye gittiğini, bedenin ne söylediğini, duygunun nerede tutulduğunu fark etmek… Bu farkındalık, içsel hazırlıkla birlikte gelir. Hazır olunan yerde kalmak; hazır olunmayan yerde ise şefkatle uzaklaşmak mümkündür. Çünkü an’da kalmak sadece huzurlu anların farkında olmak değildir. Aynı zamanda tanımsız, rahatsız eden ya da yarım kalmış duygulara da tanıklık etmektir. Ve bu tanıklık çoğu zaman söze dökülmeden, kendini gösterir.
Sonuç olarak:
An’da kalmak, ideal bir zihin hali değil; mümkün olduğunda geliştirilen bir içsel beceridir. Ego gücü yeterli olduğunda, kişi anın taşıdığı yoğunluğu taşıyabilir. Ama bazen zihnin kaçması, korunmanın kendisidir.