Bir odada beş kişi oturur; aynı konuşmayı dinler, aynı manzaraya bakar. Sonra hepsine “Ne gördünüz, ne duydunuz?” diye sorarsanız beş farklı hikâye anlatırlar. Peki nasıl olur da tek bir gerçeklik bu kadar parçalanır?
Algı, dış dünyadan gelen bilgilerin zihnimizde yorumlanma biçimidir. Kulaklarımız sadece ses dalgalarını alır; gözlerimiz yalnızca ışığı. Anlam ise beynimizin ustalıkla dokuduğu bir yorumdur. Bir nevi içsel çeviri mekanizması gibi: Dışarıda olanı kendi iç dünyamıza tercüme ederiz.
Bu çeviri tarafsız değildir. Hatıralar, beklentiler, korkular ve arzular, hepsi bu çevirinin içine sızar. Birinin gülümsemesi, birine nezaket göstergesi gelirken, bir başkasına alay gibi görünebilir. Aynı jest, iki farklı algı, iki ayrı sonuç.
Gerçek, algımızdan bağımsız var olandır. Fakat insan zihninin sınırlı doğası yüzünden, gerçeği her zaman olduğu gibi kavrayamayız. Duyularımız yanıltıcı olabilir; beynimiz boşlukları doldurur, eksikleri uydurur. Bu yüzden bazen bir gölgeyi hırsız sanırız ya da bir sözün arkasında söylenmeyen bin kelime buluruz.
Gerçek, hepimizin zihninde, kendi düşünceleri ve duyguları tarafından şekillenen bir yansımadır. Gördüğümüz, çoğu zaman kendi iç dünyamızın izdüşümüdür. Bu yüzden iki insan aynı manzaraya bakar ama farklı duygular taşır; aynı sözü duyar ama bambaşka anlamlar çıkarır.
Bilim ve felsefe, gerçeğe ulaşmanın yollarını ararken hep bu soruya takılır: “Ne kadar nesnel olabiliriz?” Bilimsel yöntem bile, insana bağımlı olduğu için mutlak objektiflik iddiasını tartışmaya açık bırakır.
Algı ve gerçek arasındaki farkı fark etmek, daha az öfkelenmek, daha az yanlış anlamak, daha çok dinlemek için gereklidir. Bir tartışmada çoğu zaman gerçeği değil, algımızı savunuruz. Karşımızdakini ikna etmeye çalışmak çoğunlukla nafiledir; çünkü onun gerçeği bizimkinden farklıdır.
Empati burada devreye girer: Bir an durmak, kendi merceğimizin farkına varmak ve diğerinin baktığı pencereden bakmaya çalışmak. Belki de sağlıklı iletişimin, barışın ve gerçek yakınlığın tek yolu budur.
Bir dahaki sefere biriyle konuşurken, hissettiğiniz öfkenin veya kırgınlığın ardında kendi algınızın payını düşünün. Kendinize şunu sorun: “Gerçekte olan bu mu? Yoksa ben mi böyle yorumladım?”
Belki dünya, yorumlarımızdan daha basittir. Ve belki de onu olduğu gibi görebilmek, zihnimizin en büyük özgürlüğüdür.
Algı ve Gerçek
