“Yeterli Olmak” Arzusu mu, Temassızlık Savunması mı?

Modern birey, içsel sahnesinde sıkça şu repliği tekrarlar: “Güçlü olmalıyım. Kimseye yük olmamalıyım. Her şeyi kendi başıma halletmeliyim.”

Bu söylem, kulağa büyüme ve özerklik arzusu gibi gelse de, çoğu zaman derinlerde daha ilkel korkuların izlerini taşır.

Çocuklukta yaşanan duygusal ihmal ya da koşullu kabul, bireyin zihninde şu izleri bırakabilir:
“Zayıflık gösterirsem sevilmem.”
“İhtiyacımı belli edersem terk edilirim.”
Bu nedenle kişi, en temel psikolojik ihtiyaçlarını bile bastırmayı öğrenir. Yardım istemek bir zafiyet, duygusal yakınlık bir risk haline gelir.

Kendiyle baş etme becerisi geliştirmek elbette ruhsal bir kazanımdır. Ancak bu beceri, duygusal izolasyonun zırhına dönüşüyorsa, gelişimden çok savunmayı temsil eder.
Gerçekte kişi, yalnız değil temassız bir hayatta sıkışır.

İlişkisel bağlar, yalnızca dışsal destek değil; içsel bütünlüğün de aynasıdır.

Bu anlamda, yardıma ihtiyaç duymak sağlıklıdır.
Birey kendini sadece kendi omuzlarında taşıdığında, içsel nesneleriyle diyaloğu da tek yönlü kalır. Oysa gerçek büyüme, hem içsel figürlerle hem de dışsal ilişkilerle kurulan canlı ve esnek bir temasla mümkündür.

Özetle:
Güç, dayanıklılık ve bireysel yeterlilik elbette değerlidir.
Ancak bu değerler, içsel yalnızlığın süslenmiş hâline dönüşüyorsa, altında gömülü olanlara bakmak gerekir.