Kendimize dair ilk hislerimizi, bize bakan kişinin tutumu belirler.
O yıllarda kim olduğumuzu, sevilebilir olup olmadığımızı, görülmeye değer bir varlık taşıyıp taşımadığımızı henüz bilemeyiz.
Bunları, bize bakan gözlerden, dokunan ellerden, ses tonlarından ve o küçük anlarda verilen tepkilerden öğreniriz.
Annenin bakışı, sesi, dokunuşu ve duygusal tepkisi bizim ilk aynamız olur.
Ve biz, bu aynada kendimizi tanırız:
“Ben varım, çünkü biri bana bakıyor.”
“Ben değerliyim, çünkü biri bana karşı duyarlı.”
Zamanla bu dıştan gelen yansımaların içselleşmesi gerekir.
Kendimizi anlamayı, hissetmeyi, sakinleştirmeyi ve sevmeyi kendi içimizde de sürdürebilmemiz beklenir.
Ama bu geçiş sağlıklı şekilde kurulamazsa, bize bakan kişinin tutumu tutarsızsa, mesafeliyse ya da sevgisi koşullara bağlıysa, içimizde şu inanç oluşur:
“Kim olduğum, bana değil, onların bana nasıl baktığına bağlı.”
Ve işte o kırılma anında, ışığı dışarıda aramaya başlarız.
Eğer bir çocuk, sevilme ve görülme duygusunu istikrarlı bir şekilde deneyimleyemezse, bu duygular zihinsel ve duygusal olarak “yerleşik” hale gelemez.
Yani içsel güven, tutarlı bir öz-değer duygusu ve kendimize yönelttiğimiz şefkat gibi psikolojik kaynaklar gelişemez.
Bu durumda biz büyürüz, ama içimizdeki eksiklik de büyür.
Ve o boşluğu kapatmak için değeri, güveni, anlamı hep dışarıda aramaya başlarız:
Sevilme arayışı içinde olmak…
Başarıyla onay almak…
Toplumda görünür olmak…
Ama dışarıdan gelen hiçbir ışık, içerideki karanlığı gerçekten dönüştürmez.
Çünkü o ışık, başkasına bağlıdır; onun varlığıyla parlar, yokluğuyla söner.
Bu süreci tersine çevirmek, eksik kalan duygusal aynalanmanın telafisini gerektirir.
Kendi içimize dönebilmeli; orada zamanla bir şefkat, bir kabul ve bir tanıklık geliştirebilmeliyiz.
Yani kendimizle göz göze gelebilmeli, “Ben seni görüyorum.” diyebilmeliyiz.
Bu, çoğu zaman bir terapötik ilişkiyle, bazen de kendiyle yüzleşmeye cesaret ettiğimiz bir içsel yolculukla mümkün olur.
Çünkü ışık, dışarıdan gelen bir ilham değil; içeride kurulan bir temas hâlidir.
Işığı dışarıda aramamız, çoğu zaman gelişimsel bağlanma sürecinde yeterince içselleştiremediğimiz aidiyet ve öz-değer duygularından kaynaklanır.
Ve bu eğilim, kendimizle kuracağımız yeni bir ilişki olmadan dönüşmez.
Işık dışarıda değil.
Sadece… içeriye bakmaya henüz cesaret edememiş olabilirsin…